HÜSEYİN HOCAMIN AĞZINDAN SULTAN BABAMIZ

   
 


 

 

Ana Sayfa

=> Röportaj

=> HÜSEYİN HOCAMIN AĞZINDAN SULTAN BABAMIZ

Yapım aşamasında

İletişim

 


     
 

 

 
Selamün Aleyküm, hocam sizleri fazla meşgul etmemek için hemen sorularımıza geçiyorum. Kimdir Sultan Baba, asıl adı nedir?
Aleyküm selam. Sultan Baba’mın asıl ismi Hacı İhsan Tamgüney. Ancak halk arasında çok sevilmiş, gönüllere taht kurmuştur. Bu yüzden ve manevi tasarrufuyla kuvvetinden dolayı O’na “Gönül Sultanı, Maneviyat Sultanı” manasında “Sultan Baba” denilmiştir. Bu güne kadar da Sultan Baba diye söylene gelmiştir. Babam, 1904 yılında Artvin’in Arhavi ilçesinde dünyaya gelmiştir. Daha üç yaşında iken annesini kaybetmiştir. Sonra babasıyla beraber Çanakkale’ye göç etmiş, burada bir müddet kaldıktan sonra dokuz yaşında babasını da kaybetmiştir. Hem öksüz hem yetim yani. Kimsesiz kalan babam, amcasıyla beraber Çanakkale’den ayrılıp, Gölpazarı’na yerleşmişler ve orada yaşamaya başlamış. Burada bütün Anadolu’yu gezerek ticaret ile meşgul olmuştur. Yetim ve öksüz olarak büyüyen Sultan Baba, 1954 yılında İstanbul’a gelip. Zeytinburnu ilçesine yerleşmiştir. . Dağıstanlı Şeyh Şerafettin-i Veli Hazretleri’nin manevi tasarrufunda yoğrulan Sultan Baba, Şeyh Şerafettin-i Veli Hazretleri’nin vefatından sonra halkı irşad vazifesine başlamıştır. . Rahmet-i Rahman’a kavuşana kadar yüzlerce talebe yetiştiren gönül sultanı; herkesin derdini dinler, müşkülü olanların dertleriyle hemhal olurdu.
Millî Gazete Ve Sultan Baba
Bir küçücük kulübecik. Her yerde onun hayatını anlatanların bahsettiği dükkânı bu şekilde tasvir edilmekte. Anladığım kadarıyla gül alınıp gül satılan ve gülün gül ile tartıldığı bu dükkânda maddi âlemde ne satardı Sultan Babamız?
Bakkaldı Babam. Küçük bir bakkaliyesi vardı. Temizlik malzemesinden ekmeğe, bisküviye kadar bir bakkalda olması gereken ne varsa onu satardı. Bir de “Millî Gazete”. Sultan Babam, Zeytinburnu’ndaki dükkânına gidenleri boş çıkarmazdı. Adam hiçbir şey almadan çıkacak olsa, Sultan Baba, “Evladım bir Millî Gazete ile bir de sabun alır mısın” derdi. Adam, itiraz etmeden alırdı ama parayı öderken “Bu ne iştir?” der gibi Sultan Baba’ya bakardı. Sultan Baba bunu fark eder ve ona: “Bak evladım, bu gördüğün sabun insanın bedenindeki maddi pislikleri temizler. Millî Gazete ise insanın kalbini ve ruhunu manevi pisliklerden temizler” derdi.
 
Hocam Sultan Baba Hazretleri kadınlara çok değer verirdi. Müridlerinin çoğunluğu da kadındı. Neden?
Evet, cemaatimizin çoğu kadın. Bir gün babama sordum; dedim ki: “Baba kadınlara çok önem veriyorsun. Erkeklere önem vermiyorsun. Neden?” Dedi ki; “oğlum kâfirler islam toplumunu kadınlarla yıktı. Biz de bu toplumu kadınlarla kuracağız.”
Hocam, malumunuz sap saman birbirine karıştı, gerçek mürşidle sahtesi de… Her önüne gelen mürşidim der. Sultan Baba’ya göre gerçek mürşid sahte mürşidden nasıl ayırt edilebilir?
Sultan babam bu konu üzerinde titizlikle durmuş ve bize gerçek mürşidin özelliklerini şöyle açıklamıştır:
“Gerçek mürşidle sahtesini birbirinden ayırt etmek için şu ölçülere ihtiyaç vardır. Gerçek mürşidde şu özellikler bulunur:
1-Ehl-i sünnet ve ve’l-cemaat çizgisinde çok sağlam bir inanç,
2-Kitap ve sünnete uygun derin bir ibâdet hayatı (sâlih amel),
3-Düzgün bir muâmelât,
4-Muhammedî bir ahlâk.”
Muhterem hocam, peki, mürşidi böyle ayırt ettik. Ya mürid? Gerçek dervişle dervişcikleri nasıl ayıracağız? Bu konuda ne diyordu Sultan Baba Hazretleri?
Babam bu konuda şöyle bir tespitte bulunmuştu: “Gerçek dervişler, haramlardan kaçınırlar, Gerçek dervişler, farz olan ibadetleri mutlaka yerine getirirler. Sünnetleri de terk etmezler. Gerçek dervişler, dünya işleriyle de ilgilenir ancak, hiç bir zaman ahireti unutmazlar.”
Hocam, Mevlânâ Hazretleri evliyaları Mesnevi’sinde gönül casusu olarak adlandırır. Sultan Baba da bir gönül casusu muydu sizce?
Evet, onun da Allah’ın ona bahşetmiş olduğu olağanüstü halleri vardı. O da gizlemeye çalışırdı bunları. Sultan Babamın pek çok kerameti anlatılır dilden dile… Bizzat bizler de evlatları olarak yaşamışızdır bunu. Misalini ben kendimden vereyim. Herhalde 11 ya da 12 yaşındayız. Ben ikiz kardeşim ve anamla beraber köye gitmek üzere buradan Ankara’ya yola çıktık. Dayımızın evine gittik. Apartmanda kalıyor dayım. Çocuk değil miyiz? Baktık karşıda futbol sahası. Hadi gidelim dedik şu maçları seyredelim. Hasan’la gittik ikimiz maç seyretmeğe. Ama çocuğuz. Tabi adres almadık. Buradan bakıyorsun futbol sahasını görüyorsun da futbol sahasından bakınca da bin tane apartman. Biz bunun hangisinden çıktık bilemedik ki. O apartmana gir, yok, bu apartmana gir, yok. Derken ne kadar yol gitmişiz. Öyle düşünün ki Üsküdar’dan Ümraniye kadar yolu gitmişiz yayan. En nihayet oturduk bir kaldırıma başladık ağlamaya. Ee çocuk değil miyiz? Ağlıyoruz zırıl zırıl. Kaybolduk Ankara’da. Bizi bir adam gördü ve yaklaşıp yanımıza sordu ağlamamızın sebebini. Anlattık. Biz buyuz İstanbul’dan geldik. Şöyle yapıyoruz, böyle yapıyoruz. Adam aldı bizi karakola götürdü. Karakola gidince gittiğimiz kimseyi de bilmiyoruz ki. Dayı diyoruz sadece. Dayının ismi ne? Bilmiyoruz dayının ismini mismini. Soyadı ne? Bilmiyoruz. Ee nereden bulacağız. O ana aklımıza geldi. Dedik ki bizim dayımızın bir kayın biraderi var, polis müdürü. Polisler, Hah dedi o zaman kolay. Getirdiler bütün müdürlerin resimlerini önümüze, hangisi? Baktık, baktık, hah dedik işte şu kabak kafalı bizim dayımızın kayını. Hemen aradılar onu. “Amirim, sizin çocuklar kayıp mı?” diye sordular. O da kayıp olduğunu söyleyince ona bizim yanlarında olduğunu bildirdiler. Uzatmayayım. Geldi aldı bizi. Bir müddet dayımda kaldıktan sonra köye gittik, 40 yıl önce evlerde telefon falan yok ki kiminle görüşeceksin. Gittik, iki ay falan kaldık köyde. İstanbul’dan ayrılalı 3 ay olmuştu herhalde. İstanbul’a döndüğümüzde bakkal dükkânına geldik sevinçle. Önce ben girdim içeriye. Rahmetli babam dedi ki: “Niye o kadar çok ağladınız, hı, ben sizi bırakır mıyım?” Şaşırdım. Çünkü hadiseyi bir biz biliyoruz, bir de Allah biliyor. Dayımın veya kaynının anlatmasına da imkân yok. Annemi de görmedi ki o söylesin. Telefon melefon yok, mektup da yazmadık. Demek ki evliyalar biliyorlar, görüyorlar. Bizleri takip ediyorlar hep. Ve de kendisine bende olan müridini yedi dünyada yalnız bırakmıyorlar. Bu çocukken şahit olduğum bir durumdu. Büyüdük, Sultan Babamın kerametleri devam etti. Keramet eli hep müridlerinin ve bizim üzerimizdeydi. Bir gün arabamla şehirlerarası bir yolda gitmekteyim. Arkadaşım yanımda uyumakta. Acelem var, yetişmem gerek. Habire gaza basıyorum ki yetişeyim. Derken önüme keskin bir viraj çıktı. Fark edene kadar arabamın havada uçtuğunu gördüm ve nefesimi tutup yalnızca “Allah” diyebildim. O arabadan sağ çıkmamız imkânsızdı eğer takla atsaydık. Kısacık bir an, arabanın önce sol iki tekerleği sonra da biraz sarsıntıyla karışık sağ iki tekerleği yerine oturdu ve düzgün bir biçimde yola kondu. Sanki bir el onu kaldırıp güvenli bir şekilde yola bırakmıştı. Sarsıntıya uyanan arkadaşım heyecanla ne olduğunu sordu. Ona “bir şey yok, sen uyumana devam et!” dedim ve yola koyuldum. İstanbul’a döndüğümde kimseyi heyecanlandırmak istemedim... Yalnız bir an bu işin hikmetini sorayım babama diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Dükkâna geldim. Geldiğimi duyan babam da kapıdan içeri geldi ve yanıma yaklaştı. Kimsenin duyamayacağı bir sesle fısıldadı: “Oğlum, bundan sonra bu kadar hızlı kullanma arabanı!” İşte o an anladım hakikati. Görünmez bir el havada uçan arabamı tutup, güvenle yere bırakmıştı. Bunun gibi nice kerametlerini yaşadık hem bizler, hem de müridleri. Ancak o kerametleriyle anılmaktan hiç hoşlanmazdı. Bu konuda şöyle derdi:
 
“Asıl keramet kişinin islâm üzere yaşayıp son nefesini islâm üzere verebilmesidir.”
Hocam, malumunuz, pek çok tarikat televizyon izlemeyi hoş karşılamıyor. Bu bizlerin televizyonlarda neyi izleyip neyi izlemeyeceğimizi seçemeyişimizden dolayı olmalı. Tabii bir de televizyon vasıtasıyla Müslüman aile yapısına ve inancını yıkmaya yönelik gizli amaçları da var misyonerlerin. Yani televizyon günümüzde artık bir beyin yıkama ve Müslümanları uyuşturma makinesi olarak kullanılıyor. Sultan Babamız ne düşünürdü televizyon hakkında?
Sultan Babam da şiddetle karşı çıkardı televizyona. Şöyle derdi, “Bir Müslümanın hanesine Allah’tan bela yağması için televizyon çoktur, fazladır.” Üstelik 19 sene önce televizyon böyle değildi. Şimdi ise facia. Televizyon bir anda kökünüzü kurutmakta.
 Osmanlı Sultanları
Muhterem hocam, merak etmekteyim, Sultan Baba Hazretleri, Osmanlı Sultanları hakkında ne düşünürdü?
Osmanlı sultanlarının mutasavvıf olduklarını söylerdi. Bir keresinde Ona Osmanlılar’ın tasavvufa bakışını soran bir talebesine şöyle cevap vermiştir: “Osmanlı sultanları iyi bir devlet adamı olmalarının yanı sıra gönül dünyası zengin sultanlardı. Amaçları kuru bir cihangirlik kavgası değildi. Dışa yansıyan cesur, atak ve savaşçı şahsiyetlerinin derinliğinde hassas bir ruh dünyaları vardı. Bu yüzden tasavvuf, edebiyat ve şiirle de ilgilendiler. Devlete adını veren Osman Gazi’den tutun da son padişaha kadar bütün sultanlarda umumiyetle bu özellik vardı. Osman Gazi’nin şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmiş olması belki bu tasavvufi yakınlığın ilk adımıdır. Osmanlı, altı yüz yıl sürecek olan muhteşem devletini, ordu, medrese ve tekke temeli üzerine inşa etmiştir.”
Muhterem hocam, Sultan Baba (k.s.) Mücahid midir? “Müslüman nerde darda, nerde narda ise biz oradayız.” Dermiş, gerçekten narda olana koşar mıydı? O ateşe atar mıydı kendini?
Babam gerçek bir mücahiddi. Her anlamıyla bir mücahid. Hem ilimde hem nefs mücadelesinde, hem savaşta. Her yönüyle cihad edendi. Hiç unutmam Arafat’tayız. Afgan mücahidlerinden birkaçı yanımıza gelerek ansızın Sultan Babamın etrafını sardılar. Ellerine sarıldılar babamın ve ellerini öpmeye başladılar. “Mücahid şeyh, mücahid şeyh!” diye ellerini öpüyorlardı. “Hindikuş Dağları’nda bizimle savaşan sendin. Seni tanıdık. Sen O’sun! Sen mücahid şeyhsin!” dediler. Ben de Dergahta bazen dalıp giden babamın nerelere gittiğini o zaman anladım ve hayretler içinde kaldım. “Müslüman nerde darda, nerde narda ise biz oradayız. Orada olmaya mecburuz. Bizi olur olmazla meşgul etmeyin” derdi. Derdi de gidip gitmediğini bilemezdik. Gerçekten narda kalmış darda kalmış mücahidlere maneviyat yoluyla gidip yardım etmiş. Bu olayla anladım. Mücahidler ona minnettarlıklarını bildirirken Sultan Babam da mahcup bir şekilde sanki bir ayıp işlemiş gibi, Afganlı Mücahitlere yalvarıyor; ‘Yapmayın, etmeyin, gençler. Açık vermeyin’ diyordu.
Buna benzer bir olaya da ağabeyim şahit olmuş. Bir gün Sultan Babamın dükkanına Hindikuş Dağlarından geldiğini söyleyen bir Afgan mücahidi girmiş. Daha içeri girer girmez, Sultan Baba’mın ayaklarına kapanıp: ‘Sizi verdiğiniz adresten buldum Ey Allah dostu. Ve Size mücahidlerden çok selam getirdim. Aç susuz yiğitlere su veren, sepetinden simit dağıtan sizdiniz? Buldum sizi’ demiş. Daha sonra, babamın masasında bulunan zemzem tasını görünce, ‘İşte su dağıttığınız tas’ dedi. Babam mahcup sırrı açığa çıkmış bir halde bakarken, orada bulunanlar şok olmuş, kalakalmışlar.
Sultan Baba Hazretleri Milli Nizam Partisi’nin kuruluşunda rol aldı mı? Destekledi mi?
Sultan Babam, siyasette de istikamet sahibiydi. Siyasette hep Hakk’ı üstün tutan zihniyeti destekler, mazlumun yanında yer alırdı. Sırat’il Müstakim’den bir milimlik bir sapma göstermedi. Sultan Babam, kuvveti değil, Hakk’ı üstün tutan Milli Görüş’ü destekledi. 1969 yılında Erbakan Hoca, Bağımsızlar hareketini başlattığı zaman onun yanında Mehmed Zahid Kotku Hazretleri, Sami Efendi Hazretleri, Mahmud Efendi Hazretleri, Kayserili Hasan Efendi, Konyalı Ali Ulvi Kurucu bey, Bayburtlu Dede Paşa Hazretleri ve Sultan Babam yer aldı. Millî Nizam böyle kuruldu. Millî Selamet Partisi’nin ilk halidir Milli Nizam. Dolayısıyla diyebiliriz ki, Milli Selamet Partisi bu isimlerini saydığım mübarek insanların desteğiyle kuruldu. Refah Partisi’ni de Sultan Babam hararetle desteklerdi. 24 Kasım 1991’e, yani dünyasını değiştirene kadar Milli Görüş çizgisinde yürüdü. Biz de evlatları olarak babamızın yürüdüğü çizgiden bir milim sapma yapmadan aynı çizgide yürüyoruz.
Hocam, Sultan Baba (k.s.) namaza çok önem verirdi diyorsunuz sohbetlerinizde. Bize bunu burada yine anlatır mısınız?
Babam namaza çok önem verirdi. Bir gün peygamberimizin mescidinde sabah namazı kılıyoruz, işrakı bekliyoruz sonra iki rekât namaz kılıp dönüyoruz otele. Mescidde insanlara bakıyorum. Kerahat vakti yok. Herkes namaz kılıyor. Merak edip babama dedim ki, “Ya hu baba bu millet bilmiyor mu kerahat vaktinde namaz kılınmayacağını.” Babam gülümsedi. Sonra hemen mescidin sağ duvarında bir ayeti celile yazıyordu, onu bana göstererek: “Bak oğlum. Orada Allahu Teâla ne diyor biliyor musun” dedi ve devam etti: “Bak oğul, Allah, ‘Bana her zaman her yerde ibadet ediniz.’ Diyor. Allahu Teâla hiçbir kuluna hiçbir zaman neden namaz kıldın demeyecektir. ‘Niçin namaz kılmadın?’ diye soracaktır!” dedi.
Muhterem Hocam, sizi çok yorduk, çok meşgul ettik. Son olarak Sultan Babamızın sürekli yaptığı bir dua var mıydı? Bize o duayı lütfeder misiniz?
Sultan Babam, “Ya Rabbi! Bizi sana layık kul eyle. Habibi Edibine layık ümmet eyle. Mürşidimize layık evlat eyle” diye dua ederdi.
 
 
 
Sultan Baba Hazretleri, İslam Birliği için çok çalıştı
Sultan Baba Hazretleri, İSLAM BİRLİĞİ için çok çalışmış. Hayatı boyunca İslam Birliği’ni savunmuş, ne düşünüyor ve diyordu bu konuda, bizlere neler tembihliyordu?
Babam hayatı boyunca İslam Birliği’ni savunurdu, bu birliğin kurulması için elinden gelen çabayı harcardı. Müslümanlar arasında nifak çıkaranları kınar, ihanet edenlerin çok büyük bir azaba düçar olacaklarını söylerdi. Bu konuda müridlerine ve bütün Müslümanlara şöyle seslenirdi: “Daima yapıcı olun, toparlayıcı olun. Millet ayrımı yapmayın! İslâm’da milliyetçilik olsaydı, Kuran-ı Kerim Arapça indiğine göre Arapları methetmesi gerekirdi. Oysa “Cahil Araplar yeryüzünde fesat çıkarırlar.” diyor Cenab-ı Hakk. İkincisi renk ayrımı yapmayın, siyah, beyaz, sarı diye. Üçüncüsü mezhep ayrımı yapmayın, Şafi, Hanefi, Maliki. Mezhepler amelidir, herkes kendi amelinden sorumludur. Bunu bir dava haline getirmeyin. Dördüncüsü, tarikatlarda da tefrikaya asla düşmeyin!  Nakşiymiş, Kadiriymiş… Benim şeyhim, senin şeyhin, gibi ayırımlar ümmeti parçalayan unsurlardır. Çizgisi Hakk’a dayanan ve Hakk nizamının devlet nizamı olmasını arzulayan her tarikat sağlayanın temel şartı bu dört unsura riayet etmektir.”

 
 
RÖPORTAJ: Fatma TOKSOY

 

 
 

 

 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol